Kayıtlar

19 Yalıya Çıkma Nizamı

19 Yalıya Çıkma Nizamı  Tanzimat devrine kadar, devlet erkânı ve ricali ve İstanbul âyanı ve kibarı, yazın, kendi mülkü olan veya kirayla tuttukları yalılara canlarının istediği zaman taşınamazlar ve mevsim sonu, keza canlarının istediği zaman şehirdeki konaklarına dönemezlerdi.  Hükümet, herkesin o yaz Boğaziçi’nin hangi köyünde veya Haliç’in hangi tarafında oturacağını evvelden öğrenir, o yılın havalarına göre, nihayet bir gün yalılara göç müsaadesi çıkardı. Şehre dönüşte de aynı usul tatbik edilirdi. Bu izinler çıkmadan hiç kimse yerinden kıpırdayamazdı.  Her yıl sayfiye mevsimi için, payitahtın sahillerini muhafazaya memur bostancıbaşı ağa tarafından Haliç ve Boğaziçi sahillerinin bir defteri tanzim edilirdi.  “Bostancıbaşı defteri” denilen bu defterlerin sahifeleri altın yaldızdan çizgilerle dama tahtası gibi kutu kutu bölünmüştü; liman ağzında yalı köşkünden Eyüp’ün ötesinde Bahariye’ye, karşı tarafta Karaağaç’tan Rumelikavağı’na, Anadolu yakasında da Anadoluka...

Tersane Mandaları

Tersane Mandaları  Tersane havuzlarına gemi alınınca, havuzların suyu, makinelerle değil, gayet büyük bostan dolaplarıyla boşaltılırdı; havuzların yanı başında bulunan bu dolaplara da “havuz dolabı” adı verilirdi ve dolaplara mandalar koşulurdu. Dolaplara da kadimden beri Kürt neferler nezaret ederdi, bunlara “mandacı”, ağalarına da “manda ağası” denilirdi.  Türkiye’de mükellefiyet-i askeriyenin kabulünden çok sonraları dahi tersanede bu dolaplar ve mandalar kullanılmıştır. Vatandaşlara askerlik mükellefiyetinin kabulünden sonra, kurası tersaneye düşen efrattan bedel verecekler için, para bedeli yerine mandalı bedel kabul edilmişti; yani askerliğini bahriyede yapacak olan bedelliler, kendi yerlerine havuz dolaplarına bir manda gönderirlerdi.  Sahibinin yerine hizmet müddetini dolduran mandaların boynuzları yaldızlanır, terhis kâğıtları da sırmalı kordonlarla boynuzlarının arasına asılır, sahibine merasimle teslim edilir, kasabasında, köyünde de, davul zurnalı bir merasiml...

Maaş Yerine Gemi Enkazı

Maaş Yerine Gemi Enkazı İmparatorluğun son devirlerinde, bilhassa II. Abdülhamid zamanında ve Meşrutiyet’te memur maaşları her ay muntazam olarak verilmezdi. Maaş çıkması bir mesele, memurlar için adeta bir bayramdı; memurların çoğu maaşlarını sarraflara faizle kırdırır, sıkıntı içinde yaşarlardı.  En küçük bir kâtipten vezirine kadar sarrafa borcu olmayan memur yok gibiydi; devlet ricalinin hususi sarrafları vardı ki hepsi bilaistisna gayrimüslim, Rum, Ermeni ve Yahudi olan bu sarraflar muazzam servet ve malikâneler, kâşaneler sahibi olmuşlardır.  Sultanların ve şehzadelerin tahsisatı da memur maaşları gibiydi. Maaşların muntazam verilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetiyle başlamış ve Cumhuriyet devrinde de, Atatürk’ün asil bir direktifiyle, bir adım daha ileri gidilerek peşin maaş usulü tatbik edilmiştir, bu da muhakkak ki devlet idaresinde bir asaletin ifadesidir.  II. Abdülhamid zamanında, bir ara, iki büyük ve eski harp gemisi, üç ambarlı Mahmudiye gemisi ile...

Kaşıkçı Elması

Kaşıkçı Elması  Dünyanın tanınmış elmaslarının birer tarihçesi, macerası vardır. Bu arada bazıları kanlı ve uğursuz olarak meşhurdurlar.  Türk hazinesinde Kaşıkçı Elması diye anılan kıymetli taşın hikâyesini, 18. asrın müverrihlerinden Raşid, şöylece naklediyor:  1669 yılında İstanbul’da Eğrikapı çöplüğünde dolaşan baldırı çıplak takımından bir adam bir yuvarlak taş bulur. Bir yaymacı kaşıkçıya giderek üç tahta kaşığa değişir...  Kaşıkçı götürür, bu taşı bir kuyumcuya on akçeye satar. Kuyumcu taşı arkadaşlarından birine gösterir; kıymetli bir elmas olduğu anlaşılınca beriki sus payı ister...  Aralarında kavga çıkar...  Mesele kuyumcubaşıya akseder. Kuyumcubaşı kavgacıların eline birer kese akçe vererek taşı alır...  Fakat bu sefer de vakayı Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa duyar, taşı kendisi için satın almaya hazırlanırken mesele padişaha akseder. IV. Mehmed, bir hatt-ı hümayunla elması saray-ı hümayuna getirtir ve saray elmastıraşına verilir....

Tırnova Cadıları

Tırnova Cadıları  Cadıya, gulyabaniye, hortlağa inananlar dünyanın her tarafında her zaman bulunur. Hüseyin Rahmi merhum bu korkunç mevzuu mizah edebiyatımıza mal etmişti.  Zamanımızda da gazeteler perili, cinli evlerden, geceleyin taşlanan pencerelerden bahsederler; arası çok geçmez, bu cinlerle perilerin huysuz ve geçimsiz komşular ve birtakım külhani serseriler olduğunu öğreniriz. Tarihimizde garip vakalara ve pek tuhaf ve hatta tüyler ürpertici batıl itikatlara rastlanır. Bulgaristan’ın Türk idaresinde bulunduğu zamanlarda Tırnova Kadısı Ahmed Şükrü Efendi hükümet merkezine gönderdiği resmi yazıda neler anlatıyor!  Bu mektup Hicri 19 Rebiülevvel 1249 (Miladi 1833) tarihli olup devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi’nin 68’inci nüshasında neşredilmiştir; bugünkü yazı dilimize çevirerek okuyalım: “Tırnova’da cadı türedi.  Gün battıktan sonra evlere musallat olmaya başladı. Zahireye dair un, yağ, bal gibi şeyleri birbirine katar ve kâh içlerine toprak karıştır...

Tilki ve Yavrusu

Resim
  Tilkinin biri yavrusuna öğüt veriyor; - Yavrum, bütün bu bağlardaki üzümlerden yiyebilirsin. Sadece köyün mollasına ait bağın üzümleri hariç... Hatta aç kalsan dahi o bağı aklına bile getirme. Genç tilki babasına sormuş; - Neden? O bağın üzümleri zehirli mi?  Tilki yavrusuna cevap vermiş; - Hayır, çocuğum. Eğer molla bağından üzüm yediğimizi anlarsa yarın hemen "tilki eti helaldir" diye fetva verir ve neslimizi yok eder. Gücü, insanların cehaleti üzerine kurulmuş toplumlara hiç bir zaman bulaşma.

Gizlediğin Her Şeyi Biliyorum

Bütün bu değişik iklimlerde, değişik coğrafyalarda yaşayan, kayalık tepelere, kızgın çöllere, buzlu steplere, büyük şehirlere, sıkıntılı kasabalara, tozlu köylere yayılmış, binlerce değişik dil konuşan, değişik tanrılara tapan, her birinin peygamberi ayrı, ibadeti başka türlü, bahçelerinde yetişen meyveleri bile farklı bunca insanın arasına dalıp, kötülüğümün şahlandığı birgün onların her birini, tek bir cümleyle, dehşetin cehennemine fırlatıp ruhlarını korkuyla dağlayabilirim. Şu bir tek cümle yeter buna: — Gizlediğin her şeyi biliyorum. Bu cümleyi duyduğunda, bir dağ kartalının pençelerine yakalanmış zavallı bir saka kuşu gibi titremeyecek kimse yoktur, şu koskoca yeryüzünün üstünde. Gizlediğin her şeyi bildiğine inandığın biriyle karşılaştığında, ondan kurtulabilmek için onun yok olmasını, ölmesini bile isteyebilirsin. Cinayet bile geçebilir bir an aklından. Ve, korkunç gerçek şudur. Gizlediğin her şeyi bilen biri var. O, sensin. Seni ölesiye korkutan, geceleri rüyalarında,...