O Hayat Nasıl Yaşanıyor?
Babamın o harika yazısını okurken, o üç kelime, birden, yazının kendi dip uğultusu gibi uğuldayıverdi içimde: 'Göztepe'nin mahut lodosları'.
Kelimeler, maşlahlı kadınları, redingotlu beyleri, asabi genç kızları, 'hicranlı' aşk serüvenlerini, köşkleri, geniş ve sessiz bahçeleri, fıstık çamlarını, mehtaplı geceleri, siyasi cinayetleri, sıkı kurallarla belirlenmiş kibarlıkları, atlı arabaları ve ne olursa olsun bozulmayan sükûne-tiyle, geçmişi, kalabalık bir kervan gibi peşine takarak içime akıverdi.
Çocukluğumdan tanıdığım ağaçlar hâlâ bahçede duruyor.
Babaannemin kütüphanesinden bulup gizlice okuduğum kitapları hâlâ hatırlıyorum.
O kitaplardan cümleler var zihnimin kuytu köşelerinde.
Göztepe'nin 'mahut lodoslarında' yaşanmış hayatlar.
O hayatların artık unutulmuş ayrıntıları.
Bir daha hatırlanmamak üzere tümden kaybolmak için, kendilerini hatırlayan son insanların da kaybolmasını bekleyen, geçmiş hayatlar.
Ben, içinden geldiğim o sessiz karanlığa dönmek üzere dünyadan ayrıldığımda benimle birlikte kaç kişi daha ayrılacak bu dünyadan.
Benim tanıdığım, ama çocuklarımın tanımadığı, hatır-
lamadığı, bilmediği kaç hayatı da kendimle birlikte götüreceğim.
'Göztepe'nin mahut lodoslarını' yaşamış, bilinmez ne maceralardan geçmiş, acılar çekmiş, sevinçler görmüş nice insan, hiç yaşamamış gibi olacak.
Benimle beraber, lodoslu bir sahnenin gerilerinde bekleşen epeyce gölge de sahneden çekilecek.
Yeni insanlar, yeni konuşma biçimleri, yeni maceralar, daha önce o sahneden geçenleri hiç merak etmeden, dahası oradan geçmiş birileri olduğunu belki de hiç akıllarına getirmeden, sahnedeki yerlerini alıp aynı, artık geçmiş olmuş o insanlar gibi, kendilerini o sahnenin sonsuz sahibi sanacak.
Sonra onlar da gidecek.
Onları hatırlayan son insanlarla birlikte onların da gölgeleri kaybolacak.
Ve 'Göztepe'nin mahut lodosları' esmeye, sahilleri, uçları köpüklü dalgalarla vurulmaya devam edecek.
Bir görünüp bir kaybolan, neredeyse 'geçiciliğin' simgesi haline gelen, her şeyin çabucak görünüp kaybolduğunu anlatan teşbihlerde kullanılan rüzgârların, insanlardan daha kalıcı olduğunu, kaç babanın yazısını okuyan kaç çocuk hatırlayacak, hiç bilmiyorum.
O rüzgârlarla dağılıp giden o hayatların, vakti zamanında ciddiye aldığı, tartıştığı, konuştuğu dertler, meseleler, acılar, o hayatlarla birlikte silikleşip önemsizleşecek.
Bizi sahneden çıkaran o insafsız ve ebedi rüzgâr, bizi yalnızca bir karanlığın kucağına bırakmakla kalmayacak, bizim önemli bulduğumuz her şeyi de manasızlaştırıp yaşadıklarımızı kum taneleri gibi yokluğun içine savuracak.
Şimdi benim geçmişe baktığım gibi, bir zaman sonra
bize bir 'geçmiş' olarak bakacak olanlar, yaşadıklarımıza nasıl omuz silkip acıyacak, bizi nasıl zavallı bulacak.
Belki de, insanın zaman zaman, kendi hayatına, kendi dönemine 'geçmiş' gibi bakması, zihnini bugünden alıp bir lahzalığına da olsa geleceğe taşıması, bugün yaşananları ve yaşananların manasızlığını daha açık, daha berrak görmesine yardımcı oluyor.
O vakit, önemli olanla önemsiz olanı birbirinden ayırt etmek, zamanın eleğini kendi elinde tutup manasızlıkları hayatından elemek daha kolay geliyor.
Bir düşünsenize, bugün yaşadıklarınızdan hangisi elli yıl sonra önemli gözükecek?
Hattâ yaşadıklarınızdan kaçı hatırlanacak?
Gelecekten kendinize baktığınızda, hayatınızı tümden manasız bulabileceğiniz gibi, bu manasızlıklardan sıyrılmak, manalı bir şeyler yaşamak isteğini de hissedebilirsiniz.
Göztepe'nin mahut rüzgârları dün esiyordu.
Bugün esiyor.
Yarın da esecek.
Gölgeler o rüzgârlarla savruluyor.
Geçici olan her şey, insanlar yaşarken onları ne kadar ciddiye alırsa alsın, kendi değersizliğine kısa sürede erişiyor.
O basit ve sıradan hakikate ulaşıyoruz.
Bu sahneden çıkacaksınız, okuduğunuz tirat, bir sonraki sahnenin oyuncuları ve seyircileri tarafından hatırlanmayacak.
Bütün o yalanlar, kurnazlıklar, kalleşlikler, sahtekârlıklar, eğer bir hatırlayan olursa, o hatırlayanları sadece güldürecek.
Geleceğin, manasız bulmayacağı, alay etmeyeceği, hürmetle hatırlayacağı bir hayatı kaçımız yaşayabileceğiz ki?
Göztepe'nin mahut lodosu esiyor.
Maşlahlar, yeldirmeler, siyah redingotlar, beyaz keten mendiller uçuşuyor o rüzgârda.
Sahipleri çoktan kaybolmuş.
O sahipleri hatırlayanlar da kaybolacak.
Kaç kişi hatırlıyor Rıdvan Paşa'nın Göztepe İstasyonu çıkışında oğluyla birlikte vurulduğunu.
O paşanın adını taşıyan sokakta oturanlar bile, o sokağa adını veren insanla, olayı merak etmiyordur.
Onları vuranları hatırlıyor musunuz?
Ali Şamil Paşa'nın kardeşini hatırlayan kaç kişi?
O cinayet, Göztepe'nin lodosla uğuldayan köşklerinde nasıl da heyecan yaratıp günlerce konuşulmuş, binlerce insanın hayatı o cinayetle değişmişti.
İnsan yaratıldığından beri bir 'hayat' yaşanıyor.
Hayat hep var.
Göztepe'nin mahut lodosu ise şu dehşet verici soruyu sorduruyor:
O hayat nasıl yaşanıyor?
Lodos esiyor dışarda.
Eski köşkün pencerelerine vurduğu gibi vuruyor benim de pencerelerime.
Ben kaybolduğumda, o lodosları daha önce görmüş kaç kişi de benimle kaybolacak.
Geriye kalacak olan, şu mahut rüzgâr...
Yorumlar
Yorum Gönder