Maaş Yerine Gemi Enkazı

Maaş Yerine Gemi Enkazı

İmparatorluğun son devirlerinde, bilhassa II. Abdülhamid zamanında ve Meşrutiyet’te memur maaşları her ay muntazam olarak verilmezdi. Maaş çıkması bir mesele, memurlar için adeta bir bayramdı; memurların çoğu maaşlarını sarraflara faizle kırdırır, sıkıntı içinde yaşarlardı. 

En küçük bir kâtipten vezirine kadar sarrafa borcu olmayan memur yok gibiydi; devlet ricalinin hususi sarrafları vardı ki hepsi bilaistisna gayrimüslim, Rum, Ermeni ve Yahudi olan bu sarraflar muazzam servet ve malikâneler, kâşaneler sahibi olmuşlardır. 

Sultanların ve şehzadelerin tahsisatı da memur maaşları gibiydi. Maaşların muntazam verilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetiyle başlamış ve Cumhuriyet devrinde de, Atatürk’ün asil bir direktifiyle, bir adım daha ileri gidilerek peşin maaş usulü tatbik edilmiştir, bu da muhakkak ki devlet idaresinde bir asaletin ifadesidir. 

II. Abdülhamid zamanında, bir ara, iki büyük ve eski harp gemisi, üç ambarlı Mahmudiye gemisi ile bir askeri nakliye gemisi olan Taif vapuru kadro dışı edilmiş ve tersanede bozularak ahşap ve demir enkazı ayrılmıştı. 

Bahriye Nazırı Hasan Paşa da o devrin nüfuzlu simalarındandı, maliye hazinesinde para olmadığı için bu iki geminin enkazını, bir müddet, bahriye erkân ve zabitanının çıkmayan maaşlarına karşılık olarak kullanmıştı. Zamanımızın maaş bordroları yerine maaş kâğıtları kesilir, Nazır Hasan Paşa da bu kâğıtların altına mesela, “Maaşına karşılık Taif vapurundan 500 okka enkaz verile” diye yazardı. 

Nazırdan bu emri koparanlar sevinçten adeta uçarlardı; hemen enkazcılara koşarlar, maaş kâğıdını derhal paraya tahvil ettirirler, o adamlar da tersaneye gelerek topladıkları maaş kâğıtlarının tutarında Taif ve Mahmudiye enkazını kaldırırlardı! 

Görüp İşittiklerim ismindeki çok kıymetli eserinde bize bu hatırayı nakleden Çankırılı Hacı Şeyhoğlu Ahmed Kemal Bey, üç ambarlı Mahmudiye hakkında, belirsiz de olsa bir fikircik verecek bir fıkra naklediyor: 

“Çocuklarım, 1897-1898 Yunan harbinde zırhlıların çıkışını Unkapanı Köprüsü’nden seyrediyordum. Tesadüfen yanımda kısaca boylu, ak sakallı bir zat vardı. 

Bu zat, bir aralık kolumu çekerek ve Mesudiye zırhlısını göstererek, ‘Aman kaçalım!.. Şimdi gemi köprüye çarpacak!’ dedi. 

Halbuki Mesudiye zırhlısı henüz Ayvansaray önlerindeydi, beni çeken ihtiyar, ‘Hey gidi günler hey!.. 

Biz, on dört kişi bir tarafta, on dört kişi diğer tarafta üç ambarlı Mahmudiye’nin dümenini kullanırdık... 

Bunlar, dümeni parmakla idare olunur gemiyi kullanamıyorlar!..’ dedi. 

Ve ihtiyarın dediği çıktı... 

Mesudiye köprünün açılmış geçidini tutturamadı, köprüye gümbür gümbür bindirdi...” 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Nice Aşk Yitirdim Ben, Yitirmenin Ne Olduğunu Biliyorum

Bayrampaşa’da Yerleşim

DOSTLUĞUN ÖLÇÜSÜ