Kayıtlar

Aralık, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Maaş Yerine Gemi Enkazı

Maaş Yerine Gemi Enkazı İmparatorluğun son devirlerinde, bilhassa II. Abdülhamid zamanında ve Meşrutiyet’te memur maaşları her ay muntazam olarak verilmezdi. Maaş çıkması bir mesele, memurlar için adeta bir bayramdı; memurların çoğu maaşlarını sarraflara faizle kırdırır, sıkıntı içinde yaşarlardı.  En küçük bir kâtipten vezirine kadar sarrafa borcu olmayan memur yok gibiydi; devlet ricalinin hususi sarrafları vardı ki hepsi bilaistisna gayrimüslim, Rum, Ermeni ve Yahudi olan bu sarraflar muazzam servet ve malikâneler, kâşaneler sahibi olmuşlardır.  Sultanların ve şehzadelerin tahsisatı da memur maaşları gibiydi. Maaşların muntazam verilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümetiyle başlamış ve Cumhuriyet devrinde de, Atatürk’ün asil bir direktifiyle, bir adım daha ileri gidilerek peşin maaş usulü tatbik edilmiştir, bu da muhakkak ki devlet idaresinde bir asaletin ifadesidir.  II. Abdülhamid zamanında, bir ara, iki büyük ve eski harp gemisi, üç ambarlı Mahmudiye gemisi ile...

Kaşıkçı Elması

Kaşıkçı Elması  Dünyanın tanınmış elmaslarının birer tarihçesi, macerası vardır. Bu arada bazıları kanlı ve uğursuz olarak meşhurdurlar.  Türk hazinesinde Kaşıkçı Elması diye anılan kıymetli taşın hikâyesini, 18. asrın müverrihlerinden Raşid, şöylece naklediyor:  1669 yılında İstanbul’da Eğrikapı çöplüğünde dolaşan baldırı çıplak takımından bir adam bir yuvarlak taş bulur. Bir yaymacı kaşıkçıya giderek üç tahta kaşığa değişir...  Kaşıkçı götürür, bu taşı bir kuyumcuya on akçeye satar. Kuyumcu taşı arkadaşlarından birine gösterir; kıymetli bir elmas olduğu anlaşılınca beriki sus payı ister...  Aralarında kavga çıkar...  Mesele kuyumcubaşıya akseder. Kuyumcubaşı kavgacıların eline birer kese akçe vererek taşı alır...  Fakat bu sefer de vakayı Sadrazam Köprülüzade Fazıl Ahmed Paşa duyar, taşı kendisi için satın almaya hazırlanırken mesele padişaha akseder. IV. Mehmed, bir hatt-ı hümayunla elması saray-ı hümayuna getirtir ve saray elmastıraşına verilir....

Tırnova Cadıları

Tırnova Cadıları  Cadıya, gulyabaniye, hortlağa inananlar dünyanın her tarafında her zaman bulunur. Hüseyin Rahmi merhum bu korkunç mevzuu mizah edebiyatımıza mal etmişti.  Zamanımızda da gazeteler perili, cinli evlerden, geceleyin taşlanan pencerelerden bahsederler; arası çok geçmez, bu cinlerle perilerin huysuz ve geçimsiz komşular ve birtakım külhani serseriler olduğunu öğreniriz. Tarihimizde garip vakalara ve pek tuhaf ve hatta tüyler ürpertici batıl itikatlara rastlanır. Bulgaristan’ın Türk idaresinde bulunduğu zamanlarda Tırnova Kadısı Ahmed Şükrü Efendi hükümet merkezine gönderdiği resmi yazıda neler anlatıyor!  Bu mektup Hicri 19 Rebiülevvel 1249 (Miladi 1833) tarihli olup devletin resmi gazetesi olan Takvim-i Vekayi’nin 68’inci nüshasında neşredilmiştir; bugünkü yazı dilimize çevirerek okuyalım: “Tırnova’da cadı türedi.  Gün battıktan sonra evlere musallat olmaya başladı. Zahireye dair un, yağ, bal gibi şeyleri birbirine katar ve kâh içlerine toprak karıştır...